17 Mayıs 2007 Perşembe

Millî iradenin seçim sınavı


Demokrasi, karşımıza çıkacak bütün sorunlara getireceğimiz çözümlerin de anası olan bir çözümün adı: Kafaları kırmak yerine sayacağız; bağırmak yerine oy atacağız
Enerjimizi, kaynaklarımızı, aklımızı kavgayla tüketmek yerine, barış ve huzur içinde çoğaltmanın yolu duruyor önümüzde. Seçim sandığının önümüze konması, demokrasinin çözüm üretme yeteneğinin de zirveye çıkması demek. Milletin kendisi, tek hakem olarak oturduğu yerden doğrulacak ve kararını verecek. Temsilî demokrasi, adı üzerinde temsilciler eliyle yürüyen demokrasi demek. Halk yönetmeyecek; temsilcilerini seçecek. İradesini temsilcilere, iki sandık arası dönem için devredecek. Şimdi denetlemenin sonucunda verilen nihaî kararın vakti.

23 Nisan'da Ankara'da Meclis açıldığı zaman, İstanbul'daki "Meclis-i Mebusan"dan farklı bir isim kabul edildi: "Büyük Millet Meclisi". Cumhuriyet'le birlikte bu isim Türkiye Büyük Millet Meclisi ismini aldı. Sadece bu ismin tesadüfen konulmuş bir isim olmadığını bilmek bile, bu Meclis'in "kâbe-i millet" olduğunu hatırlamak için yeterli. Bu isimdeki "Büyük" lâfzına mutlaka dikkat edilmesi gerekir. Dikkat edelim, "büyük" olan Türkiye değil; zira "büyük" ibaresi Türkiye'den sonra geliyor. Büyük olan "Millet Meclisi"dir. Yani bu meclisten daha "büyük" bir mevki ve makam yoktur. Çünkü bu Meclis, milletin iradesinin tecelli ettiği yerdir. "Büyük" lâfzı bu iradenin üzerine, hiç kimsenin çıkamayacağını ihtar ediyor. 22 Temmuz'da önümüze konacak sandık işte bu "Büyük" Meclis'i yenileyecektir. Öyleyse, partiler rekabetinde karşımıza çıkacak her şey bu büyüklüğe yakışır olmalı. Her şey konuşulmalı. Her şey tartışılmalı. Tecelli edecek iradenin dışında tutulan hiçbir konu ve sorun kalmamalı.

Küçük Türkiyeciler

Parti kimlikleri ve rekabetinin üzerinde seyreden bir ana bölünme ekseni bulunuyor. Eksenin bir kutbunda korku, diğerinde umut hakim. Biri korkutuyor; diğeri umutlandırıyor.

Soğuk Savaş yıllarının iki kutuplu dünyasının koruyucu şemsiyesinin dışına çıkınca "bölünme ve parçalanma" paranoyaları arttı. Bazen korktuğunuz şey, sırf korktuğunuz için başınıza gelir. Korkularınızdan beslenen ve mevcudu muhafaza üzerine geliştireceğiniz her tedbir, sizi korktuğunuz şeye yaklaştırır. Türkiye, güvenlik sorununu ancak büyüyerek aşabilir. Bunun için büyük düşünmeniz, bir merkez ülke olduğunuzu fark etmeniz gerekir. Korkuyla baktığınız çevrenizde, büyük coğrafyanın derinliğindeki fırsatları göremezsiniz. Siz isteseniz de istemeseniz de üzerinize gelen dev gibi sorunlarla, küçük kalarak, küçük düşünerek baş edemezsiniz. Elinizdeki ile yetinirseniz, elinizdekini bile muhafaza edemezsiniz.

Korku sözcüklerinin süslediği her siyasî mesajın, bu küçük dünyadan geldiğini göreceğiz. Ulusalcılığın yeniden ısıttığı üçüncü dünyacı, azgelişmiş ülkeci milliyetçiliğin temellendirildiği her zemin işte bu korkular dünyasını tasvir edecek. Türkiye'nin 1919 şartlarına geri döndüğü, yeniden ulusal kurtuluş savaşı verilmesi gerektiğini söyleyenler, Küçük Türkiyeciler olarak seçim sahnesinde yerini alacak. Keskin ideolojik söylemlerin dar kalıpları içine dünyayı sokmaya çalışanlar, aynı zamanda o totaliter dünyadaki Küçük Türkiye'nin savunmacı sahipleri olacak.

Korku ve umut; tehlike ve fırsat. Rekabet ekseni bu kavram çiftleri üzerine inşa edilecek. Korkular ve tehlikeler Küçük Türkiyecilerin; umutlar ve fırsatlar Büyük Türkiyecilerin dünyasını yansıtacak. İki renkli bir dünya: Birinde bıktırıcı siyah bir korku filmi; öbüründe masmavi bir gökyüzü ve rengarenk bir bahar canlılığı bulunacak.

Sorunları sömürmek veya çözmek

Bölen, parçalayan, kamplaştıran ve savaştıran bir siyaset ile; bütünleştiren, uzlaştıran, barış ve huzur içinde tutan iki kutup, korkuların ve umutların üzerine yerleşerek karşı karşıya gelecek. Demokrasiden güç alanlar demokrasiyi de güçlendirmek zorundalar. Kafaları kıranlarla kafaları sayanlar karşı karşıya geldikleri zaman engelleri demokrasinin çözüm üretme yeteneği ile aşacağız. Türkiye'nin artık sırtında taşıyamadığı çağdışı kalmış bir statüko var. Millî irade bu statükoyu da sandığa gömecek. İşte bu statüko, yerleşik çıkarlarını sürdürebilmek için bölünmeden, kamplaşmadan ve kavgadan medet umuyor.

İnsanlık tarihinin, toplumsal barışı tesis etmek için uzun çabalarla geliştirdiği laiklik prensibinin bizde bir kamplaşma ve kutuplaşma ekseni olması bu yüzden. Laiklik toplumu değil de, neden devleti koruyor? Millî irade biraz belini doğrultup hükmünü icra ettiği zaman neden hemen laiklik prensibi tehlikeye girmiş oluyor? Neden Türkiye'nin bölünme ve parçalanma riski artıyor? Daha fazla demokrasi ile çözülecek sorunlar, demokrasi engellenerek neden çözümsüzlüğe mahkûm ediliyor?

Çünkü laiklik de, üniter devlet prensibi de, Türkiye'nin güvenlik sorunları da millî iradenin giremediği bir yaşama alanı bulanların sahip oldukları yerleşik çıkarları devam ettirmek için kullanılıyor. Çare demokrasinin, yani millî iradenin hüküm alanını genişletmek. O kadar genişletmek ki, kimse halkın denetimi dışında kalmasın.

Laikliğin tehlikede olup olmadığını belirlemek, "irtica tehdidi"ni millî iradeyi sınırlayan bir istismar aracı olmaktan çıkartmak için objektif bir mekanizmaya ihtiyacımız var. Sivil toplumun katılımı ile bir "Laiklik Ombudsmanı" oluşturabiliriz. Laiklik karşıtı eylemlerin ve teşebbüslerin izlendiği ve soruşturulduğu, objektif kriterlere göre şikâyetlerin sonuçlandırıldığı ve topluma açıklandığı şeffaf bir kurumdan bahsediyorum. Laikliğin bir siyasi sömürü konusu olmaktan çıkartılması; kendi hayat biçimlerinin tehdit altında olduğunu düşünenlerin rahatlatılması için bu kurum çok önemli bir rol üstlenebilir. Türk Müslümanlığının orijinal icadı olan "Kutlu Doğum Haftası" kutlamalarının, bir irticaî tehdit olarak Silahlı Bildirilere konu olması ve bu yolla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarına zarar verilmesi engellenebilir.

Silahlı gücün sivil denetimi

Sorunları doğru tanımlamaz isek, çözümlere de yaklaşamayız. Türkiye'nin demokrasiye dair temel sorunu silahlı gücün siyasî süreçlere gerekli gördüğü zaman müdahil olması sorunu değil. Türkiye'nin demokrasisini de işlemez hale getiren temel sorunu, silahlı gücün parlamenter denetimini ve bunun altında hukukî denetimini asgarî ölçüde yapamamasıdır. Denetlemezseniz müdahaleye uğrarsınız. Bugün dünyada demokrasi güvenlik ile aynı anlamda kullanılıyor. Güvenlik stratejileri toplumdan, siyasetten hatta ideolojilerden bağımsız şekillenmiyor. Eğer silahlı gücünüzü siyasal iradenin emrine sokmaz iseniz, güvenliğiniz ciddi risklerle karşı karşıya demektir. Çünkü, güvenlik salt askerî ve teknik bir konu olmaktan bütünüyle çıkmış durumdadır. Silahlı Kurum'un parlamenter denetimi ve askerî faaliyetlerin sivil demokratik denetimi demokrasiden önce güvenliğiniz için şarttır. Yönetmek ile denetlemek arasındaki farkı hatırlamalıyız: Demokratik kurumlar ve mekanizmalar yönetmekten ziyade denetlemek için vardır. Birileri mutlaka yönetecektir; bu yönetimi, silahlı kuvvetlerin sevk ve idaresi gibi, demokrasi içine yerleştirecek olan şey demokratik denetimdir. Bu denetimi ise millî iradeyi temsil edenler üstleneceklerdir.

Şeffaflık, demokrasinin ön şartıdır. Bir demokratik toplumun, bütün sorunlarını ve çözümlerini halkın önünde tartışması gerekir. Hiyerarşik ve otokratik mantık karşınıza birçok yasak alan çıkartır; demokrasiyi geliştirmenin ve ilerletmenin yolu bu yasakları iptal etmektir. Türkiye bu seçimlerde, tüketici rejim tartışmalarından kurtulmak için projeler üretmeli. Sivil toplumun dahil olacağı bu projeler, bir yandan laiklik tartışmalarını silahlı gücün siyasî müdahale gerekçesi olmaktan kurtaracak; diğer taraftan "Cumhuriyet Değerleri"ni, en geniş ortak mutabakatın paydası haline getirecektir. Bu projelerden rahatsızlık duyanların da niyetlerinden şüphe etmeye hakkımız olacaktır.

Türkiye'nin istikrara ihtiyacı var. Demokrasi bu istikrarı inşa edecek ve sürdürecek tek aracımız. İstikrarsızlaştırıcı eğilimlerin tamamının demokrasi dışından gelmesi, almamız gereken tedbirleri de gösteriyor. Bu seçimde demokrasinin bütün aktörlerinin, güvenlik birimlerinin parlamenter ve sivil-demokratik denetimi konusunda sağduyulu bir tartışmaya taraf olması gerekiyor.

Türkiye'nin iç ve dış güvenlik siyasetinin millî iradenin emin ellerine tevdi edilmesinden kim, neden rahatsızlık duyabilir?

Hiç yorum yok: