17 Mayıs 2007 Perşembe

Demokrasi, AB, büyüme ve işsizlik

AB standartlarında demokrasi ve hukuk devleti talep eden maksimalistlerin görüş ve taleplerinin öyle sıradan bir "züppelik" olmadığı gerçeği çok kısa bir süre sonra insanların yaşamına muhtıra sonrası ekonomik gelişmelerin yansıması ile daha iyi anlaşılacaktır...



Türkiye, son yirmi gündür olumsuz anlamda bambaşka bir Türkiye oldu, bu gerçeği tevil etmenin, farklı yerlere çekmenin hem imkânını hem de anlamını pek göremiyorum. Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girdiği günlerden beri bir günlük gazete, seçim sonuçlarının ülkeyi yüz sene geri götüreceği doğrultusunda yayın yaptı.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri TBMM bünyesinde gerçekleşemedi, söz konusu gazete bu ilginç yayınına ara verdi; ama bu süreçte yaşanan bir dizi gelişme, başta 27 Nisan muhtırası, kanımca ülkemizi gerçekten, yüz sene mi bilemem, ama çok gerilere götürdü.

Muhtıra süreci ile birlikte Türkiye'nin neden ve nasıl çok karanlık bir döneme girdiğini, muhtıradaki daha korkunç hatırlatmalar gerçekleşmese bile, önümüzdeki ay ve senelerde yaşayacağız, hep beraber göreceğiz diye düşünüyorum.

Bu süreçte kimlerin ne kadar vebal taşıdığı da önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacak, daha net tartışılabilecek.

Son yirmi gündür yaşananların ülkemizin çağdaşlaşma sürecine büyük hem de çok büyük bir darbe olduğu konusunda en azından benim çok net bir kanaatim mevcut.

Bu kanaatim, yani ülkemizin çağdaşlaşma sürecinin ciddi bir kesintiye uğradığı görüşüm, siyasal açıdan da tartışılabilir; ama ben konunun en azından iktisadi yönünün tartışılmayacak kadar açık ve net olduğunu görüyorum.

Muhtıra süreci ne kaybettirdi?

İçinde yaşadığımız bu çok olumsuz sürece ilişkin görüşlerim, kanaatim, benim, kişi olarak dünyaya, çevreme, ülkeme daha maksimalist yani çoğu isteyen bir bakış açısı ile yaklaşmamdan kaynaklanıyor.

Bu bakış açımın bir tezahürü olarak da, örneğin, ülkemin AB tam üyeliğini vazgeçilemez görüyorum; Türkiye'nin AB tam üyeliğini vazgeçilemez olarak görmem şayet Türkiye makul bir sürede tam üye olmaz ise ülkenin kepenklerini indireceği anlamına tabii ki gelmiyor.

Türkiye, AB tam üyeliğini en geç sekiz yıl içinde yakalayamazsa ülkemizde nisan ayında yine yeşil erik çıkacak, ağustos sonunda yine Boğaz'a palamut akını olacak, insanlar yine işlerine, şayet varsa, tıkanık bir trafik içinde gidecekler, yine trafik kazalarında dünya önderi olacağız, bebek ölümlerinde yine utanılacak manzaralar sergileyeceğiz, Hrant cinayeti ve benzeri cinayetler yine aydınlanmayacak, Fenerbahçe yine sadece Türkiye'de şampiyon olacak vs.

Minimalistler yani mevcudu yeterli görenler de zaten buna istekli gibi duruyorlar. Benim AB tam üyeliğini ve bu tam üyeliğe giden süreci vazgeçilemez olarak nitelendirmemin nedeni maksimalist olmam yani örneğin 2023 Türkiye'si için İspanya'nın iktisadi gelişmişlik ve hürriyet seviyesini hedeflememden kaynaklanıyor.

Eğer rüyalarınızda, sizin yaşam sınırlarınız içinde ülkenizi İspanya'nın gelişmişlik düzeyinde görmek gibi bir hedefiniz yoksa, Türkiye'nin kişi başına geliri dört bin ABD Doları bandına sıkışmış, muhtıraların yaşamın bir parçası olduğu bir Türkiye'den ciddi bir rahatsızlık duymuyor iseniz, AB gerçekten vazgeçilmez değildir.

AB'nin, daha gelişmiş bir demokrasi ve hukuk devleti anlayışının vazgeçilmezliğini savunanlar, yeşil erik ve palamut akınının yanı sıra İspanya düzeyinde kişi başına milli gelir ve demokrasi isteyenlerdir, yani maksimalistlerdir.

AB standartlarında demokrasi ve hukuk devleti talep eden maksimalistlerin görüş ve taleplerinin öyle sıradan bir "züppelik" olmadığı gerçeği çok kısa bir süre sonra insanların yaşamına muhtıra sonrası ekonomik gelişmelerin yansıması ile daha iyi anlaşılacaktır.

Doğrudur, muhtıra süreci kısa vadeli sermaye hareketlerini yani sıcak parayı çok etkilememiştir ve dolayısıyla kurlar, Borsa çok etkilenmemiştir. İçinde yaşadığımız çok yüksek reel faiz ortamında sıcak paranın kısa vadeli kazanç perspektifinin zaten bu olumsuz manzaradan etkilenmesini beklemek anlamlı değildi.

Bu aşamada eklemek istediğim tek nokta, muhtıra sürecinin ülkemizdeki reel faizlerin neden çok yüksek olduğuna yönelik çok net bir cevap niteliğinde olduğudur; askerlerin hukuk devletini askıya alma ihtimalinin olduğu her ülkede, sadece ihtimali bile reel faizlerin yüksek olmasını açıklar yani bütçe açıklarımız ve hazine işlemlerimiz için dış dünyaya daha fazla kaynak aktarırız, bunun da başka yolu, yordamı yoktur. Çok olumsuz muhtıra sürecinin esas etkilerini, orta vadede, ülkemizin büyüme sürecine büyük katkı yapan doğrudan yabancı sermaye yatırımları akımında yani büyümede yaşayacağız.

Yabancı yatırımlar için sıkıntılı süreç

Türkiye'de milli gelirin yüzde sekizine ulaşan cari açık 2003-2006 arasında yüzde yediyi aşan büyüme oranının bir sonucudur; bu cari açık sağlıklı finanse edilemediği sürece büyümenin kalıcı olması beklenemez ve bu yüksek cari açık üreten yüksek büyüme sürecinin en sağlıklı finansmanı da doğrudan yabancı sermaye yatırımları olmuştur.

Ülkemize geçtiğimiz elli senede gelen doğrudan yabancı sermaye yatırım miktarının sadece bir senede, 2006 senesinde gelmiş olması da AB sürecinin yani hukuk devleti alanında bazı olmaz ise olmazların ülkemizde artık yerleştiğine yabancı yatırımcıda oluşan kanaatin bir sonucudur.

27 Nisan süreci de yabancı yatırımcının bu kanaatinin çok da doğru olmadığını göstermiştir.

2003 senesinden bu yana gördüğümüz filmi yani AB sürecinde yükselen hukuk devleti imajının çektiği doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının finanse ettiği cari açığın krize neden olmasıyla kalıcı gibi olmaya başlayan büyüme süreci filmini tersten de sarmak mümkün.

27 Nisan muhtırası süreci hukuk devleti kavramının bizdeki kırılganlığını ortaya koyduğu ölçüde doğrudan yabancı sermaye yatırımları azalacak, cari açığın sağlıklı finansman yolları kapandığı ölçüde de cari açık yaratmamanın yegane yolu olan düşük büyümeye yani orta vadede ortalama yüzde iki-üçlük büyümeye yeniden mahkum olacağız.

Bu süreç de daha fazla işsizlik, büyük kent varoşlarında daha fazla anti-sistem görüşlerin yeşermesi anlamına gelecek. İçinde yaşayacağımız süreç daha iyi anlaşıldığı ölçüde AB tam üyeliğinin yani hukuk devletinin yerleşmesinin neden çok yaşamsal olduğu gerçeğini daha net görürüz.

Maksimalistlerle minimalistlerin de ülkemiz geleceği konusunda
Yorum - Eser Karakaş

Hiç yorum yok: