5 Eylül 2008 Cuma

veda'ya dair [İSA TOPRAK]

Vedaya dair ne tür cümleler kurabilirim bilmiyorum. Vedayı yaşamış olmak onu anlatma gücünü vermiyor insana. Çünkü veda; 'yaşanır anlatılmaz' olanlardan. Bu yüzden hayatımızın en güzel günlerini içine sığdırdığımız, ömrümüzden dört yılımızı verdiğimiz okulumuza veda etmeyi, bu vedanın doğurduğu acıyı nasıl anlatabilirim ki? Birlikte geçirdiğimiz yıllar içinde yaşadığımız mutluluklar acı tatlı anılar... Bu geceye dair söylenecekler sadece bunlar...
İçinde sevgi ve şefkat dolu yüreği taşıyan bedene başımı koyup gökyüzünde yıldızları seyrederken geçti gözümün önünden tüm anılar... Bir gece vakti cami avlusunda yediğimiz muz kadar tatlı, sıcakta alev alev yanan asfaltta yalın ayak yürümek kadar delice, parkta oturup pamuk helva yemek kadar çocuksu, yüreğimizi delik deşik edecek kadar acı anılar... Şimdi hepsi hayatın unutulmazları arasında. Aklımıza her geldiğinde dudağımızda acı bir gülümsemeyle belki ağlatacak bizi belki de güldürecek. Ama bir şey var ki; unutmamış olmak, unutulmamış olmak bizi hep mutlu edecek.
Nikah masasındaki gelin misali yuvadan ayrılmanın hüznü ve yeni bir hayata başlayacak olmanın heyecanı içindeyiz. Yeni hayatımızda mutluluğa dair çok şey öğrendiğimiz bu sıcacık yuvadan ayrılmak o kadar zor ki... Oysa içtiğim tuzlu çaylar bu kadar acı vermemişti bana. Şimdi hissediyorum... İçtiğim tuzlu çay gibi birlikte yaşadığımız tüm acı hatıraların bile bir özlemi doğuyor sanki içimde. Çünkü anladım ki; birlikte olunca acılar küçülüyor ve onarılmaz yaralar açılmasına müsaade edilmiyor.
Bizler hep birlikteydik, her zaman beraberdik; bir rüyayla gelip bin gerçekle tanışanlar, bir tarafta Haziranı bir taraftan da Eylülü bekleyenler... Boş gördüğü her sırayı karalayanlar, karalamaya cesaret edemeyip sevdasını yüreğinde tüketenler... Tespihi sallayanımız da vardı, çekenimiz de... Bir kaçmaya çalışanlar vardı bir de girmeye... Sesi güzel olanımız vardı, söylediği güzel olanımızda... En olmadık espriler yapan bir çekiçimiz vardı ve bu en olmadık esprilere gülen bizler vardık. Gökyüzüne dalıp hayal kuranlarda vardı, çıkıp gökyüzünde uçmak isteyenlerde... Uçurtma uçurmak kadar çocuksu hayaller peşinde koşanlarımız bile vardı. Kıyafet kontrolünde; "Oğlum numaran" sorusuna kafasındaki türlü numaralardan bir demet yapıp sunanlarımızda vardı, kafasındaki numaraları kapıdaki bekçiye saklayanlarımızda... Godiva olup yoldan geçecek cesur yüreklerle Godivaya kör olacaklar da vardı...
İşte bunca farklılığa rağmen biz hep beraberdik. Birlikteliğin gücüyle aştık bir çok engeli. Dostluğun, dost olmanın ve bir ömür dost kalabilmenin sırlarını öğrendik bu yeşil duvarlar içinde.
Şimdi ayrılık vakti; yalnızlığımızı yitirdiğimiz her sıradan, koşuşturmalar içinde tozunu yuttuğumuz koridorlardan, her teneffüs vakti volta atmak için çıktığımız bahçeden, bir tebessümü ile bize dünyaları veren ayağı öpülesi hocalarımızdan, yeni yeni alışmaya başladıklarımızdan ve hiç tanımadıklarımızdan bile... Dilimizde türküyle çıktık okul kapısından: "Beyaz giyme söz olur, siyah giyme toz olur. gel beraber gezelim, muradımız tez olur..."
Hatırlıyorum ve hiçbir zaman unutmayacağım: Alevler arasında çırpınışlarım susuzluğuma ses duyuramaz olmuştu, yakarışlarım tükenmişti artık. Hıçkırıklarım eriyip gitmişti. Sonra birden bir yağmur damlası değdi yüreğime, birden irkildim. Birden kendi içimde erittiğim benliğimi tekrar görür gibi oldum. Ve ben beni bende kılacak sevdanın adını koydum:
İMAM-HATİP... İsa Toprak

Hiç yorum yok: